Kudüs Ziyareti İzlenimleri 4
İnsanda kalp ne ise, Dünyanın kalbi Kâbe, Kudüs’ün kalbi ise Mescidi Aksa’dır
Ertesi gün otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra zeytin dağına doğru otobüsümüzle yola çıkmıştık. Şehrin hâkim bir tepesi. Bütün şehir ayağımızın altındaydı demek istemiyorum, çünkü: ayette etrafı mübarek kılınmış denilen ve birçok peygamberin sahabenin kabirlerinin olduğu şehre ayaklarımızın altındaydı sözünü kullanmaya hayâ ederim. Şöyle diyebilirim. Bütün şehir gözümüzün önündeydi. Özellikle de Mescidi Aksa ile Kubbet-üs Sahra. İnsanda kalp ne ise, Dünyanın kalbi nasıl ki Kâbe ise, Kudüs’ün kalbi de Mescidi Aksa ile Kubbet-üs Sahra’dır.
Zeytin dağından Şehri seyrederken rehberimiz Süleyman beyde o tatlı anlatımıyla Kudüs’ün tarih boyunca yaşamış olduğu olaylardan bahsediyordu. Bir yandan şehri seyrederken bir yandan da kulağımızla da rehberimizi dinliyorduk. Bizim grubumuzdan hariç Türkiye’den gelme farklı gruplarda etrafımızda toplanmış anlatılanları dinliyordu.
Uzun bir seyir ve anlatımlardan sonra sahabelerden Rabia’tül Adeviyye ve Salmanı Farısi türbelerini ziyaret ettik.
Selman-ı Farisi, İran asıllı bir sahabedir. Hz. Peygamber (s.a.s)`in “Öncüler dörttür. Ben Arapların, Suheyb Rumların, Selman Farisîlerin, Bilal de Habeşlilerin öncüsüdür” dediği Selmân-ı Fârisî. Selman-ı Farisi, asıl ününü Hendek Savaşı`nda Mekkeli putperestler Medine şehrini kuşattığında Peygamber Efendimize, "hendek kazılması" yönünde belirttiği fikir sayesinde savaşı Müslümanların kazanmasına sebep olmuş bir sahabedir. Rabia-tül Adeviyye ise ibadetleriyle meşhur ilk Kadın evliyadır. Rabiatül Adeviyye ve Salmanı Farısi Türbelerinin ziyaretinden sonra on bin yıllık şehir olan Eriha şehrine gittik. Eriha şehrine vardığımızda öğle olmuştu. Namazlarımızı kıldıktan sonra öğle yemeğimizi Lemonah Restoran’da yedik. Daha önce Mısır’a Kahire Şehrine de gitmiştim. Orda yediğimiz yemekler damak tadımız ile hiç uyuşmadığı için yemeklerin tadı bana bi garip gelmişti. Ancak burada yediğimiz yemekler olsun, yemekler gelmezden önce sofraya koydukları salata malzemeleri olsun hem çeşit olarak bol ve hem de her birinin lezzetleri çok güzeldi. Sofraya içecek olarak koydukları naneli limonatanın tadı ve içimi ise bambaşkaydı. Yenilen yemeklerden sonra Ayartma Dağı üzerinde bulunan Kurantul Manastırına gidilecekti.
Kudüs Bizimdir, Anahtarı Bizdedir, Döneceğiz!”
Eriha 20 binden fazla nüfusa sahip olan bir şehirdi. Eriha, ‘hoş koku’ manasına geliyormuş. Eriha’da, yola çıkmadan önce şehrin çıkışına doğru bir camide ikindi namazımızı da kılalım öyle yola çıkalım istemiştik. Yola çıktığımızda yol kenarında gördüğümüz büyük bir anahtarı merak etmiştik. Şehre girdiğimizde ve şimdi çıkarken de gördüğümüz yol kenarında ki bu büyük anahtarın üzerinde “We will return” yazısı ile “Kudüs bizimdir, anahtarı bizdedir, döneceğiz!” diye yazıyordu. Yolumuza devam ettik. Sırada ayartma dağı ve üzerinde ki Kuruntul Manastırını görecektik. Birkaç dakikalık bir yolculuktan sonra dağı da manastırı da ancak uzaktan gördük. Dağa Teleferik Kurulu idi. Kısa zaman aralıkları ile giden ve karşıdan da gelen teleferikler olduğunu görüyorduk. Verilen mola yerinde hurma ve hediye alışverişi için mağaza da vardı. Tek alışveriş yeri olunca fiyatlarda pekte indirim yapmadılar. Ancak sonraki gün Kudüs’te yapılan alışverişlerde anlaşıldı ki burada ki fiyatlar Kudüs’te ki fiyatlara göre daha pahalıymış. Burada bir Filistinli binilip fotoğraf çektirmek için bir deve bulunduruyordu. Ziyaretçilerden deveye binip fotoğraf çektirenler vardı. Alış veriş ve deveye binip fotoğraf çektirme faslından sonra programda var olan Hz Musa’nın kabrini ziyaret etmeye sıra gelmişti. Hz Musa’nın makamını görmek için otobüse bindik ve yola koyulduk. Yolda kupkuru olan o çöl topraklarda yolun kenarlarında kurulu olan çadır ve önlerinde küçükbaş hayvan besledikleri anlaşılan ağıllar bulunan yerler gördük.
Hz Musa’nın kabrini ziyarete gidecektik. Ancak ondan önce Şeria nehrine uğramıştık. Ondan da bahsetmek istiyorum. Çünkü o da ilginçti ve önemliydi. İlginç olduğu için ve önemli olduğunu düşündüğüm için bahsetmek istiyorum.
Ortodoks Hıristiyanlar Şeria Nehrinde Vaftiz Oluyorlardı:
Şeria nehri Filistin Batı Şeria ile Ürdün arasında sınır sayılmış. Nehrin bize olan tarafı İsrail’in işgali altındaki Filistin toprağı, nehrin diğer tarafı Ürdün toprağı. Nehir dediğim öyle büyük bir su değil, bizdeki dereler gibi suyu az bir nehirdi. İkincisi akan bir derenin suyu temiz ve berrak olur. Ancak Şeria Nehri ülkemizde bahar aylarında kar sularının erimesi ile çamurlu akan dereler gibi suyunun rengi çamur rengindeydi. Bi başka husus nehir dediğin akıntısı belli olur. Bu nehir sanki suyu akmıyor, göl suyu gibi akıntısız ve durgun gibi geliyordu bize. Asıl söylemek istediğim şey ise, bu nehre üzerlerinde boydan beyaz bir elbise girerek suya girip tüm vücudunu suya daldırıp çıkan Hıristiyan ziyaretçiler gördük. Aynı anda nehrin diğer tarafından yani Ürdün tarafından da gelen Ortodoks Hıristiyan ziyaretçiler vardı. Ürdün tarafında büyük bir kilise de vardı. Nehre giren tüm ziyaretçilerin üzerlerinde beyaz elbiseler vardı. Onların üzerlerinde o beyaz elbiseleri görünce umreye gittiğimizde giydiğimiz ihramlar aklıma geldi.
Öğreniyoruz ki Müslümanlarda banyo olup temizlenmek ne ise; Hıristiyan inancında da bu suya tüm vücudun ıslanacağı şekilde vücudu suya daldırıp çıkmak öyle bir şey. Yani böyle yaparak vaftiz oluyorlar. Bu Hrıstiyanların kutsal Kitabı İncil’e göre Vaftizci Hz. Yahya’nın Hz İsa’yı Şeria Nehrinde vaftiz ettiğine inanılır. Şeria nehri Hz İsa’nın Hz. Yahya tarafından vaftiz edildiği nehir olması nedeniyle Ortodoks Hristiyanlar için önemlidir. Müslümanların Kâbe’ye giderek hacı olması gibi onlarda buraya gelip yıkanınca hacı olduklarına inanırlar. Yani şeria nehri onlar için bir hac merkeziymiş.
Hz Musa’nın Mezarını Görünce Şaşırmıştım.
Kur`an-ı Kerim`de hayatı ve Firavun ile mücadelesi geniş olarak anlatılan Hazreti Musa`nın mezarının olduğu yerde sadece bir külliye bulunuyordu. Hz Musa’nın mezarını görünce şaşırmıştım. Diğer peygamberlerin mezarlarının ya da makamlarının olduğu yerlerde yerleşim var. Şehirler var. Yaşayanlar var. Ancak burası Eriha şehriyle Kudüs arasında bulunan bir dağ. Dağ başında bir külliye ve külliye içinde de türbe. Rehberimiz Süleyman Bey, Eyyübi hükümdarı Selahaddin Eyyubi`nin 1187 yılında Kudüs`ü fethinden sonra şu an mezarın bulunduğu bu yeri rüyasında gördüğü ve bölgeye külliye ile beraber bir türbe inşa ettirdiğini anlatıyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.s): Hz Musa’nın Kabri ile ilgili sahabesine "Eğer ben sizinle beraber orada bulunsaydım, onun yol kenarında ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim, diye buyurmuştur. Türbenin avlusunun içinde kediler vardı. Kendilerini insana sevdiren türden kediler. Kedileri severken fotoğraf çekilen arkadaşlarımız oldu. Kuran’da en çok bahsi geçen Firavun ile ilgili yaptığı mücadelesi anlatılan Hz Musa’nın kabri başındaydık. Hz. Musa’nın kabri nede büyük bir kabir idi. Büyüklüğüne şaşırmıştım. Tıpkı Beykozda ki Yuşa (a.s) Kabri gibi. Acaba Hz. Musa çok mu cüsseli bir insandı. Yâda günümüze gelene kadar insanoğlunun boyu cüssesi küçüldüğü için miydi onun mezarı bize büyük geliyordu. Hz. Musa’nın kabrinin başında Fatihalarımızı okuduk. Dualarımızı ettik.
Lut Gölü ( Ölü deniz - Dead Sea ) :
Ve Ölü deniz de denilen Lut Gölüne doğru hareket ettik. Lut gölü deniz seviyesinden 400 küsür metre daha aşağıda ve dünyanın en çukur yeriymiş. Göle, Lut Gölü isminin verilmesinin nedeni; Hz. Lut’un peygamber olarak gönderildiği Lut Kavmi’nin yaşadığı Sodom ve Gomore şehirlerinin helak olup, bu gölün altında kalması sebebiyledir.
Lut kavmi, Hz Lut’un uyarılarına uymayarak yoldan çıkmış bir kavimmiş. Her türlü ahlaksızlığı yapan Lut kavmi putlara tapan, soygun yapıp zavallı insanların ellerinde ne var ne yok yağmalayan ve en önemlisi ise cinsi sapıklık içinde olan yani kadın yerine erkeklere şehvetle yaklaşan bir kavimmiş. Lut Peygamber kavmini bu kötü huylardan vazgeçirmeye çağırsa da, kavmi kendisini dinlemeyip hatta gülüp geçer, kendisiyle de alay ederlermiş. Hz Lut onları Allahın azabı ile korkutsa da onlar, Hz Lut’a: ‘eğer bizi kınamaya devam edersen seni bu memleketten kovarız’ derlermiş. Hz Lut’un Allahın azabıyla korkutmasına karşılık olarak ta ‘Eğer doğru sözlü isen, bizi oyalayıp durma vaat ettiğin Allah’ın azabını getir de görelim’, demişler. Bunun üzerine bir gece Lut kavminin (sedom şehri) üstüne taş yağmış, şehir yerle bir olmuş. Sonrasında ise, her taraftan sular fışkırmış ve bir göl oluşmuş. İşte o göl, bu göldür. Ölü deniz denmesinin sebebi ise içinde herhangi bir canlının yaşamaması sebebi iledir.
Dünyanın en alçak noktası olan bu gölün 420 metre derinliğinden yaklaşık 20 çeşit mineral içeren çamur ile karışımlar yapılıyormuş. Bu karışımlar ile insanların tedavi edildiği ve bu çamurun birçok cilt sorununa iyi geldiği ve şifalı olduğu söyleniyor. Hatta birçok kozmetik firması bu göldeki çamuru bazı kozmetik ürünlerinin içerisinde kullanarak bunun ticaretini yapmaktaymış. Çünkü bu gölde çıkarılan çamurların şifalı olduğuna dair bir inanç vardır.
Lut Gölü, aynı zamanda Dünya’nın en tuzlu gölüymüş. Ve bu çok tuzlu olması nedeniyle de neredeyse hiç batmadan suda durabilmenin mümkün olduğu söylenmektedir.