Gece uçak yolculuğu ve gün boyu ziyaretler dolayısı ile hem yorgun hem de uykusuzduk. Ancak otelde dinlenmeye çekilmezden önce bir hususu açmak, izah etmek istiyorum. Doğrusu en azından ben öyle biliyordum. Öyle tahmin ediyorum ki çoğu kişide benim Kudüs’e gitmeden önceki düşündüğüm gibi düşünüyordur diye düşünüyorum. Mesele şu: Mescidi Aksa farklıdır, Kubbet-üs-Sahra
Farklıdır.
Mescidi Aksa farklıdır, Kubbet-üs-Sahra farklıdır.
Mescidi Aksa denilince kubbesi altın kaplama olan mescidi hep Mescidi Aksa olarak düşünmüş, bilmişiz. Hâlbuki çatısı altın kaplama olan Mescidi Aksa değil Kubbet-üs Sahra’dır. Yani çoğu kişi tarafından Kubbet-üs Sahra, Mescid-i Aksa olarak bilinir. Mescidi Aksa Kubbesi altın kaplama olan değil kubbesi kurşundan ve siyaha yakın renkte olandır.
Mescid`i Aksa ile Kubbet-üs Sahra karşılıklı olarak aynı avlu içinde yer alıyorlar. Mescid-i Aksa’ya, Mekke`ye olan uzaklığından dolayı "en uzak mescid" anlamına gelen bu isim verilmiş. Kubbet-üs Sahra çok görkemli bir kubbeye (altın kaplama) sahip olduğundan az öncede söylediğimiz gibi genellikle Mescidi Aksa sanılmış. Üstü altın kaplı olan Kubbet-üs Sahra Kudüs`ün her yerinden görülmekte.
Bu iki önemli dini yapının yapımları yani inşa tarihleri de birbirinden farklıdır.
Mescid-i Aksa, Hz. Ömer (r.a) döneminde Kudüs fethedildikten sonra inşa edilmiş olsa da ilk kez Davut (a.s) döneminde yapıldığı düşünülmektedir. Hatta Mescid-i Aksa’nın, Hz. Âdem döneminde yapıldığı söylenmektedir. Hz. Süleyman mabedinden kalan duvara bitişik olan dörtgen şeklindeki bu cami yani Mescid-i Aksa daha sonra Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan zamanında genişletilmiştir.
Kubbet-üs Sahra ise Emeviler döneminde inşa edilmiştir. Halife Abdulmelik bin Mervan, Mescid-i Aksa’nın yakınındaki arsanın üzerine Kubbet’üs Sahra Mescidini yaptırmış. Mescid, Hem Müslümanlar hem de Yahudilerce Kutsal kabul edilen kaya ( Muallak Kayası- Havada duran taş) üzerine yapılmıştır. Havada duran taş yani Muallak taşına sonra döneceğim.
Kubbet-üs Sahra`yı haçlı Seferleri döneminde ele geçiren Haçlılar, burayı kiliseye çevirmişler. Daha sonra Kudüs’ün Fatihi olarak bildiğimiz Kürt asıllı bir komutan olan Selaaddin Eyyubi, Kudüs`ü fethettikten sonra burayı kiliseden tekrar camiye çevirmiştir. Osmanlı padişahları tarafından birçok kez yapılan tamirat ve eklemelerle de bugünkü görünümüne kavuşturulmuştur. Yüzündeki Çiniler tamamen Osmanlı ürünüymüş.
Mescidi aksa denince aklımıza neler geliyor neler! En başta peygamber Efendimizin Mekke’den bir gece bineği Burak ile Kudüs’e geldiği İsra olayından sonra buradan göğe çıktığı o muhteşem Miraç hadisesi ve yine nice peygamberin kabirlerinin, makamlarının bulunduğu şehir. Ayrıca bu Mukaddes yere nice âlimler, padişahlar, mutasavvıf ve hayırseverler gelmiş geçmiş… Kimi ziyaret etmiş. Kimi eserler vermiş. Kimi de burada yaşamış burada ölmüş ve burada defnedilmiş. Gözünü ne tarafa çevirsen tarihteki en hatırı sayılır devletlerin, medeniyetlerin izi var. Eserleri var. Tarihi var. Öyle tarihi bir yerdir ki Kudüs, tarihi neredeyse ilk insan kadar eski bir şehir. Ve o kadar el değiştirmiş ki her semavi dinin izini taşıyor. Kudüs, üç İbrahim’i din olan Yahudilik, Hrıstiyanlık ve İslam için kutsal bir şehirdir. İzini taşıyor demek bile yanlış olur. Şu an hali hazırda canlı canlı yaşanıyor. Bir bakıyorsun ezan okunuyor Müslümanlar koştur koştur, alel acele mescide yetişmeye çalışıyor. Bir bakıyorsun kilisenin birinin kulesinden bangır bangır çan sesi şehri kaplamış. Ve yine bakıyorsun kendi dini kıyafetleri içinden kendilerine has iki taraflı uzattıkları faulleri ve başlarında da Müslümanların namaz takkesine benzetilse de ancak ondan çok farklı başlarında ki kipaları ile Yahudiler koştur koştur ağlama duvarına gittiklerini görürsün. Yani Kudüs’te dolaşırken buralardan nice peygamberler, krallar, padişahlar, evliyalar, sahabeler gelmiş geçmiş olduğunu düşünüyorsun ancak üç semavi dinin müntesiplerinin de canlı canlı ve iç içe yaşadığını da görüyorsun.
Kudüs’ün Diyarbakır’ın Dağkapı yada merkez Sur ilçesinde ki gibi ve aynı zamanda da çarşı olan dar sokaklarından yürüyerek çıktık. Kudüs’ü daracık sokakları itibarı ile Dıyarbakır Sur ilçesine benzetsekte asıl taş yapıları noktasında Mardin ilimizin eski Mardin’e daha çok benziyordu. Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra otelimize vardık. Odalarımıza yerleştik.
Başta da belirttiğim gibi gece yolculuk dolayısı ile uykusuz kalmıştık. Gündüz ise gün boyu yürümüş şehri gezmeye tanımaya çalışmıştık. Dolayısı ile hem yorgun hem de uykusuzduk. Ancak yine de buraya bu bütün dinlerde kutsal olan bu şehre Kudüs’e uyumaya gelmemiştik. Yemeklerimizi yedikten sonra Mescidi Aksaya namaza geçtik. Akşamı ve yatsıyı kıldıktan sonra dinlenmek için otele geçiyorduk. Ancak Kudüs’ün, Mescidi Aksa ve Kubbetüs Sahra camilerinin hayranlık veren ve göz kamaştıran mimarileri kadar manevi atmosferi de bizi çekiyor bırakmıyordu.
Eğitimci yazar / Murat Şit